1 Almanya’daki Kültürel Çeşitliliği Medyada Anaakımlaştırmak

Özellikle medya organları (televizyon, radyo, gazete vs.), gelişmekte olan çokkültürlü toplumların uyum içinde bir arada yaşamasına en fazla katkı sunabilecek araçlardandır. Bir toplumdaki değer yargıları, davranış ve alışkanlıkların oluşum ve değişim süreci üzerinde medyanın gücü, başka hiçbir araçla kıyaslanamayacak ölçüde büyüktür. Ancak görülmektedir ki, Alman medyasında önemli bir yeri olan televizyon ve gazeteler, göçmen kökenlileri etnik ve dini farklılıklarıyla ve bu farklılıkları da birer tehlike olarak göstererek konu etmektedirler. Federal Almanya’da nüfusun yaklaşık olarak beşte biri gibi yüksek bir oranını oluşturan, farklı etnik kökene sahip bu insanları, genelde negatif, ön yargıya dayanan program ve haberlerle bağlantılı olarak gösteren medyanın, yayın politikalarını ivedilikle gözden geçirmesi gerekmektedir.

Örnek verilecek olursa, özellikle televizyonda Türk kökenli insanların konu edildiği haber ve programlarda şu klişeler hakimdir: Ana konuların paralel toplum ve erkeklerin yegane söz sahibi oldukları ataerkil aileler, "argo kelimeler"den başka kelime bilmeyen şiddet yanlısı erkekler, Pro7'deki dizi film "Çılgın Türk Düğünü"nde olduğu gibi Türk macerasına soyunan yardıma muhtaç olan Almanlar.
Alman medyasında İslamiyet söz konusu edildiğinde ise, Müslümanlar çoğu kez yasayı çiğneyen, terörist zanlısı, köktendinci ya da kadınlara baskı uygulayan bit topluluk olarak lanse edilmektedir. İslam konusu, "radikal islami terör", "zorunlu evlilik" veya "namus cinayeti" gibi olumsuz manşetler ile ekranlara, gazete ve radyolara taşınmakta ve bu da toplumdaki farklı dinlere mensup insanları birbirinden uzaklaştırmaktadır. Medya programlarında verdiği bu tür mesajlar ile, bütün Müslümanlar’ın terörist olduğunu ima etmese bile, neredeyse hemen her teröristin Müslüman olduğu izlenimini uyandırmaktadır.

Fransa'dan sonra Avrupa'da Müslümanlar’ın en yoğun nüfusa sahip oldukları ülke olan Almanya'da, Müslüman nüfusun yaklaşık % 80’ini Türkler oluşturmaktadır. Almanya'daki 3.4 milyon Müslüman, toplumun önemli ve ayrılmaz bir unsurunu teşkil etmektedir. Bu nüfusun 2,7 milyonunu Almanya Türkleri oluşturmaktadır. Bu sayı ile Türkler, Almanya’da Avrupa Birliği dışından gelen en büyük göçmen kökenli gruplardan birisidir. Bu sebeple Almanya'da İslamiyet konusunda yapılan tartışmalar Türkler’i de doğrudan ilgilendirmektedir. Özellikle 11 Eylül saldırılarından sonra Müslümanlar hakkında yapılan negatif genellemeler ve İslam ile terörün artarak beraber anılır hale gelmesi, tarafların içine kapanmalarına neden olmuş, ‘biz’ ve ‘onlar’ tanımlamalarını ortaya çıkarmıştır.
Örneğin, 2007 yılında Federal Almanya İçişleri Bakanlığı’nın mali desteğiyle hazırlanan bir araştırmada, "Almanya'da Şiddet ve İslam" konusu irdelenmektedir. İçişleri Bakanı Wolfgang Schäuble araştırmanın önsözünde, dünya çapında işbaşında olan İslami terörün günümüzde "güvenliğimizi tehdit eden en büyük unsurlardan" biri olduğunu belirtirken, Almanya'da özel uyum programları uygulamayı gerekli gördüğünü eklemektedir. Anlaşılmaktadır ki, bu araştırmanın yapılma nedenini dinsel motivasyonlu olduğu varsayılan bir şiddet potansiyeline karşı güvenlik endişeleri oluşturmaktadır. Müslümanlar’ın 2007 yılı Kurban Bayramı'nın ilk gününde, Federal Hükümet’ten kutlama mesajı bekledikleri bir zamanda, ekranlarda İslam ve Müslüman (İslamofobi) korkusunu körükleyen, üstelik bilimsel yöntem ve sonuçlarının oldukça tartışmalı olduğu bir araştırma ile karşılaşmaları büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştır.

Şüphesiz, demokratik bir toplumda basın özgürlüğü son derece önemlidir. Hükümetler, her tür medyanın çeşitliliğini, siyasi, sosyal ve kültürel faaliyetlerini desteklemeli, korumalı ve bunlara saygı göstermelidirler. Medya organları da bu konuda sorumluluğunun bilincinde hareket ederek, farklı etnik ve dinsel kökene sahip insanları, haber ve programlarda ‘öteki’ olarak göstermemelidir.
Alman medyası şu ana kadar ülkede yaşayan farklı etnik kökene sahip insanların yaşam gerçeklerini, ekonomik, sosyal ve kültürel alanlardaki katkı ve önemlerini gerektiği gibi yansıtabilmiş değildir. Gündelik hayatta yaşananlara medyada neredeyse hiç yer ayrılmamakta, çeşitli alanlarda başarı sahibi göçmen kökenli insanlar medyada görülmemektedirler. Farklı etnik kökenden gelen sanatçı, doktor, avukat, bilim insanı ve milletvekillerinin televizyonlarda neden yer bulamadıkları sık sorulan sorular arasında yer almakta, Alman medyasının bu insanların yaşamlarından kesitleri yansıtmadığı gözlemlenmektedir.

İstatistiklere göre, Federal Almanya’da yaşayan göçmen kökenli insanların oranı sürekli artmakta, 2010 yılında Almanya'da yaşayan 40 yaşın altındaki insanların yarısının göçmen kökenli olması beklenmektedir. Bu demografik değişim göstermektedir ki, Almanya’da her geçen gün artan kültürel çeşitlilik, ülke geleceğini önemli ölçüde belirleyecektir. Bu demografik ğelişmelere rağmen, günümüzde Almanya’daki medya kurumları, adeta toplumun yapısındaki bu değişimin farkında olmayan yayın politikaları izlemektedirler. Medyada göçmen kökenli çalışanların sayısının azlığı, bu konuda verilebilecek çarpıcı örneklerden biridir.

Bu noktada, medya organlarında kültürel çeşitliliğin temsili, farklı kökenden insanların kabul gördüğünün ifadesi toplumsal uyum açısından çok önemlidir. Almanya’daki demografik gelişmelere dayanarak, medya kurumları kendi paylarına düşenleri uygulamalı, toplumun değişen yapısına uygun olarak farklı etnik kökene sahip insanlara, onların beklentilerine ve yaklaşımlarına yer vermeli, onlara iş imkânları tanımalı, program anlayışını yeniden şekillendirmelidirler.

Federal Almanya’da etnik kökeni ne olursa olsun herkesin uyum içinde birlikte yaşayabilmesi, ortaklaşa bir gelecek kurabilmeleri için, toplumsal katılım odaklı, içinde çokkültürlülüğü barındıran ve destekleyen medya politikaları belirlenmelidir. Alman medyası programlarında içeriğe yönelik değişiklikler yapmalı, televizyon, radyo ve gazetelerde farklı etnik köken ve kültürden insanları kucaklayan program ve haberlere yer vermelidir. Aynı şekilde Alman medyası, misafir işçilik döneminin kapandığını algılayarak, bugün artık içsel bir olgu haline gelen göç gerçeğine uygun, kültürel zenginlikleri içinde barındıran yayın politikalarını üretmelidir. Farklı etnik kökene sahip insaların konu edildiği film, haber ve programlar yoluyla topluma ‘yabancı veya öteki’ imajı gönderilmemeli, ayırıcılıktan ziyade birleştirici mesajlar aktarılmalıdır. Bu süreçte elbette göçmenlerle ilgili sorunlu konular arka plana atılmamalıdır. Fakat var olan sorunların göçmenlerin kimliğinden ziyade, sosyal konumlarıyla bağlantılı olduğu gerçeği gözden kaçırılmamalıdır.

Neticede ön yargılar ve karşılıklı suçlamalar sorunların çözümüne yardımcı olmamaktadır. Federal Almanya’da farklı kültürlerden insanların 50 yıldan fazla ortak yaşamı, bu ülkeye büyük katkılar sağlamıştır. Federal Almanya her açıdan daha renkli, daha zengin bir ülke olmuştur. Alman medyasında çok kültürlü yaşamın avantajları, çözülebilecek sorunlardan daha fazla ön planda yer almalıdır.